Vatanlarından Koparılanlar: Ahıska Türklerinin Sürgün Hikâyesi
Tarihsel Arka Plan: Stalin Dönemi ve Sürgüne Giden Süreç
II. Dünya Savaşı yıllarında Sovyet lideri Josef Stalin, ülkesindeki etnik gruplara karşı sert ve güvensiz bir politika izliyordu. Özellikle stratejik bölgelerde yaşayan halklar, Nazi Almanyası ile iş birliği yapabilecekleri veya sınır güvenliğini tehdit edebilecekleri gerekçesiyle hedef alındı. Ahıska Türkleri de bu kaderi paylaşan topluluklardan biriydi. 1943-44 yıllarında Kafkasya’dan altı etnik grup Stalin tarafından sürgün edildi – Çeçenler, İnguşlar, Karaçaylar, Balkarlar, Kalmuklar ve Ahıska Türkleri bu zorunlu göç dalgasının içindeydi. Sovyet kayıtlarında “Türk, Kürt ve Hemşinlileri sınır şeridinden çıkarma” planları açıkça görülüyordu; 20 Eylül 1944’te Stalin, Gürcistan’ın Türkiye sınırındaki Ahıska bölgesindeki Türk ve Müslüman nüfusun ülkenin başka yerlerine yerleştirilmesini öngören bir kararname imzaladı. Bu sırada yaklaşık 40 bin Ahıskalı erkek Kızıl Ordu saflarında Nazi Almanyası’na karşı cephedeydi. Ancak cephede Sovyetler için savaşmalarına rağmen, Ahıska’da kalan aileler ve diğer yerel topluluklar hakkında Stalin rejiminin şüpheleri bitmemişti.
Stalin’in Kararı ve Hazırlıklar: Sovyet yönetimi, Ahıska Türklerini sınır bölgesinden topyekûn kaldırmaya gizlice hazırlanmaya başladı. 31 Temmuz 1944 tarihli Sovyet Devlet Savunma Komitesi kararı, Ahıska ve çevresindeki Türk, Kürt ve Hemşin nüfusun bölgeden çıkarılacağını bildiriyordu. Sürgün planı kapsamında Orta Asya cumhuriyetleri, gelecek on binlerce insanı kabul etmeye hazır olduklarını NKVD’ye iletmişti; örneğin Özbekistan SSC, ilk başta planlanan 30 bin yerine 50 bin kişiyi alabileceğini duyurdu. Böylece tren vagonları, konvoylar ve askeri birlikler gizlice seferber edildi. Ahıska bölgesinde yaşayan halkı yerinden etmek için yaklaşık 6 bin Sovyet askeri görevlendirilmişti. Sonbahar 1944’te artık her şey hazırdı ve emir için gözler Moskova’daydı.

1944 Sürgünü: Bir Gecede Yurtlarından Edilenler

Ani Baskın ve Tahliye: Tarihler 14 Kasım 1944’ü gösterdiğinde Sovyet askerleri hiçbir uyarı yapmadan Ahıska bölgesindeki köylere girdi. Gürcistan SSC’nin Türkiye sınırına yakın Ahıska, Adıgön, Aspinza, Ahılkelek ve Bagdonovka ilçelerindeki 220 köy bir anda askerlerce kuşatıldı. Gece yarısı evlerin kapıları çalınarak tüm ailelere köyü derhal terk etmeleri emredildi. Halk neye uğradığını anlayamadan, “iki saat içinde hazır olun, yanınıza sadece birkaç günlük yiyecek alın” talimatıyla karşılaştı. Askerler, yaşlı, kadın, çocuk ayırt etmeksizin herkese toplanma emri verdi; gelen kamyonlar insanları apar topar evlerinden aldı. Dönemin tanıkları, askerin bunun bir “sürgün” olduğunu açıkça söylemediğini, yalnızca “3 günlük gidip geleceksiniz” diyerek insanları kandırdığını aktarıyor. Ahıska Türkleriyle birlikte bölgede yaşayan Kürt, Laz ve Hemşin kökenli Müslüman topluluklar da aynı şekilde toplanarak yola çıkarıldı. Birçok kişi bu telaş içinde evinden hemen hiçbir eşya alamadı; kimileri birkaç parça un ve mısır getirmeye çalıştıysa da çoğu, nasıl olsa geri döneriz düşüncesiyle, evini barkını olduğu gibi bıraktı.

Hayvan Vagonlarında Yolculuk: Aileler askeri kamyonlarla en yakın tren istasyonlarına taşındı. İstasyonda yük trenleri bekliyordu ve insanlar günlerce soğukta bekletildikten sonra 17 Kasım’dan itibaren vagonlara tıkıştırılmaya başlandı. Her bir sığır vagonuna beş-altı aile birden doldurulmuştu; neredeyse nefes alacak yer yoktu. Sovyet askerleri sadece birer bohça eşya almalarına izin vermiş, geri kalan her şeylerini geride bırakmalarını şart koşmuştu. Zorunlu yolculuk tam bir ay sürdü. Ahıskalılar, kışın en sert günlerinde, üzerleri kapalı demir vagonlarda yaklaşık 30 gün boyunca batıdan doğuya doğru götürüldü. Yolculuk boyunca duraklayan trenlerin kapıları açıldığında askerler vagona giriyor, soğuktan veya hastalıktan ölen insanların cansız bedenlerini dışarı çıkarıyordu. Sağ kalanların tanıklıkları, küçük çocuk cesetlerinin vagon pencerelerinden, büyüklerin ise kapıdan dışarı atıldığını anlatıyor. Bu insanlık dışı şartlarda yaklaşık 17 bin Ahıskalı açlık, soğuk ve salgın hastalıklar yüzünden hayatını kaybetti. Geride Ahıska’da kalan evler, kışlık erzaklar ve hayvanlar ise sahipsiz kaldı; kısa sürede bu evlere ve topraklara başkaları yerleştirildi.

Orta Asya’da Sürgün Hayatı: 1944 sonlarında hayatta kalan Ahıska Türkleri Sovyet Orta Asyası’nın uzak köşelerine dağıtılmış durumdaydı. Resmi kayıtlara göre toplam yaklaşık 90 bin civarında Ahıska Türkü sürgün edildi. Bu topluluğun 40 bini bugünkü Kazakistan’a, 30 bini Özbekistan’a, 16 bini de Kırgızistan’a gönderilerek farklı kolhoz ve sovhozlara yerleştirildi. Sürgüne uğrayanlar vardıkları yerlerde de özgür değildi: 1944’ten 1956’ya kadar tam 12 yıl boyunca sıkıyönetim altında yaşadılar. Sovyet yönetimi, Ahıska Türklerinin bulundukları bölgeden ayrılmasını veya akrabalarını ziyaret etmesini yasakladı. Çocuk, kadın, yaşlı demeden herkes kollektif çiftliklerde ve ağır işlerde çalışmaya mecbur bırakıldı; adeta açık hava hapishanesinde bir yaşam dayatıldı.

Sürgünün Acıları ve İnsan Hikâyeleri
Bitmeyen Hasret ve Travma: Sürgüne tanıklık eden kuşaklar, yıllar geçse de yaşadıkları acıları unutmuyor. 89 yaşındaki Bergüzel Hasan, henüz 8 yaşında bir çocukken yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Bir gece bizi topladılar… Sürgün demediler, ‘3 günlük gidip geleceksiniz’ dediler. Hayvan taşınan vagonlara çıkardılar bizi. 45 gün demir vagonlarda soğukta gittik. Dedeler, neneler hasta oldu. Küçük pencereler vardı; çocuk ölse o pencereden atıyorlardı, büyük olsa kapıdan… Herkesi farklı yerlerde indirdiler. Kırgızistan’da bir kısmını bıraktılar, biz Özbekistan’da indik. Özbeklerin bir odasında kalıyorduk. Annemle pamuk işinde çalıştık, çalıştığımızın yerine akşam süt alıyorduk. Para yok, ekmek yok… Sonra ‘Özbekistan’dan da çıkacaksınız’ dediler. Büyüklerimiz Ukrayna’ya ve çeşitli yerlere giderek bizleri götürecek yer aradılar… 32 yıl [Ukrayna’da] yaşadık. Orada da savaş başladı. Allah ömrünü uzun etsin, Dünya durdukça yaşasın Erdoğan ve Türk halkı. 90 yaşında da buraya geldim.” Bu sözler, bir halkın kuşaklar boyu maruz kaldığı travmayı ve her şeye rağmen vatan hasretiyle nasıl dayandığını gözler önüne seriyor. Bergüzel nine, 2015’te başlayan bir programla Ukrayna’daki çatışma bölgesinden Türkiye’ye getirilen Ahıskalılar arasındaydı ve yaklaşık 70 yıl sonra özgürce nefes alabildiği bir yurt buldu.

Sürgün hikâyeleri sadece onu yaşayan birinci kuşakla sınırlı kalmadı; sonraki kuşaklar da atalarının acı hatıralarıyla büyüdü. 84 yaşındaki Kibriya Bekir, sürgün sırasında bebek olduğu için hatırlayamasa da ailesinden dinledikleriyle duygulanıyor. “Dedem, ana babam söylerdi… Dedem koltuğunun altına bir namazlık bırakıp çıkmış [evden]. Ailem ‘Türkiye’ diyende gözlerinden yaş dökülürdü. Onlar göremedi ama bana nasip oldu,” diyerek yıllarca süren vatan özlemini dile getiriyor. Kibriya teyzenin anlattığı gibi, birçok aile sürgünde hep bir gün anavatana – ya da en azından bir güvenli liman olarak gördükleri Türkiye’ye – dönebilmeyi hayal etti. Savaşlardan, yokluklardan sağ çıkan bu insanlar gittikleri her yerde kimliklerini ve kültürlerini yaşatmaya çalıştılar. Dil, din, örf ve adetlerini koruyan Ahıskalılar, karşılaştıkları onca zorluğa rağmen birlik olmayı başardılar. Bununla birlikte, nesilden nesile aktarılan travmalar da yok olmadı; büyüklerin anlattığı “sürgün günleri”, genç Ahıskalı Türklerin kimlik ve aidiyet duygularının bir parçası haline geldi. Bugün orta yaşlı Ahıska Türkleri bile, sürgünü bizzat yaşamamış olsalar da, çocukluklarından itibaren ailelerinden dinledikleri bu hikâyelerle büyüdüler ve “biz de sürgünün evlatlarıyız” diyerek ortak bir hafızayı paylaşıyorlar.

Tepkiler ve Hak Arayışları: Sovyet Sonrası Dönem
Sovyetler Birliği’nin 1953’te Stalin’in ölümünü takiben yumuşamaya başlaması, sürgün halklar için bir umut ışığı yaktı. 1956’da Sovyet yönetimi bazı sürgün edilen halkları kısmen rehabilite ederek bulundukları yerlerde serbest bıraktıysa da Ahıska Türklerinin adını dahi anmadı. Aksine, Ahıska Türkleri diğer birçok etnik gruptan farklı olarak resmen “temize çıkarılmadı” ve kendi yurtlarına dönmelerine uzun süre izin verilmedi. Bu durum, Ahıska Türklerini Sovyetler sonrası dönemde de sürecek zorlu bir hak arama mücadelesine itti. 1960’lı yıllardan itibaren Sovyet yönetimine dilekçeler yazan, dernekler kurup uluslararası kuruluşlara başvuran Ahıskalılar, defalarca Gürcistan’a dönmek için girişimlerde bulundular. Ne var ki altı ayrı gönüllü dönüş denemesinde bulunan grupların hepsi, Kafkasya topraklarına adım atar atmaz yeniden sınır dışı edildi. Sovyet hükümeti, Ahıskalı aktivistleri tutuklama ve yıldırma yoluna giderek bu hareketi bastırmaya çalıştı. Gürcistan’ın yerel yöneticileri ise açıkça Ahıska’da bu topluluğa “yer olmadığını” iddia edip yılda ancak 100 ailenin dönebileceğini söyleyerek süreci yokuşa sürdü. Bu politikalar sonucunda Sovyetler dağıldığında (1991) anavatanında kalabilen Ahıska Türkü sayısı sadece birkaç düzine aile ile sınırlıydı.

Sovyetler Birliği’nin son döneminde dünyadan gelen tepkiler arttı. 14 Kasım 1989’da Sovyet Yüksek Sovyeti, Stalin dönemindeki sürgünleri “yasa dışı ve suç” ilan eden bir karar aldı. Yeltsin yönetimindeki Rusya da 1991’da çıkardığı “Bastırılmış Halkların Rehabilitasyonu” yasasıyla, toplu sürgünleri “Stalin’in soykırım politikası” olarak kınadı. Ancak bu kararlar kağıt üzerinde kaldı; Gürcistan bağımsızlığı sonrası da Ahıska Türklerinin topraklarına dönüş hakkını uzun süre tanımadı. Uluslararası camiada ise Ahıska Türklerinin dramı ancak 1980’lerin sonunda Fergana Vadisi’nde patlak veren trajik olaylarla gündeme gelebildi. Haziran 1989’da Özbekistan’ın Fergana bölgesinde milliyetçi gruplar, orada yaşayan yaklaşık 20 bin Ahıska Türküne karşı saldırılar düzenledi. Bu Fergana Olayları, yüzlerce can kaybına ve büyük bir göçe yol açtı; Sovyet ordusu Ahıskalıları apar topar bölgeden çıkararak Sovyet içlerinde farklı yerlere dağıttı. Yaklaşık 70 bin Ahıska Türkü Özbekistan’ı terk etmek zorunda kalarak Sovyetler Birliği’nin farklı cumhuriyetlerine yayıldı. Bir kısmı Kırgızistan ve Kazakistan’a otobüslerle taşındı, bir kısmı Rusya’nın Krasnodar bölgesine yerleştirildi. Ne var ki Krasnodar’da da Ahıskalılara yıllarca ne oturma izni ne de vatandaşlık verildi; eğitime, sağlığa erişimleri bile kısıtlandı. Avrupa Konseyi, 2000’ler başında Krasnodar’daki Ahıska Türkü yerleşimlerini “yasal bir hapishane” olarak tanımlayıp Rusya’yı eleştirdi. Bu baskılar sonucunda çözüm arayışları hızlandı: 2004-2005 yıllarında Uluslararası Göç Örgütü (IOM) koordinasyonunda yaklaşık 13 bin Ahıskalı Türk ABD’nin çeşitli eyaletlerine mülteci olarak yerleştirildi. Amerika Birleşik Devletleri’ne giden bu Ahıska Türkleri, yeni bir kıtada hayatlarını yeniden kurmaya çalışırken bir yandan da kültürlerini yaşatmaya devam ettiler.

Türkiye, Ahıska Türklerinin dramına en duyarlı ülkelerden biri oldu. Sovyetler dağıldıktan sonra, 2 Temmuz 1992’de Türkiye Büyük Millet Meclisi 3835 sayılı Kanun’u kabul ederek Ahıska Türklerinin Türkiye’ye göçmen olarak kabulü ve iskânına yasal zemin hazırladı. Bu yasayla 1990’larda sınırlı sayıda Ahıska Türkü aile Türkiye’nin çeşitli bölgelerine yerleştirildi. Özellikle 2010’larda çatışma bölgelerinde kalan Ahıska Türkleri için Türkiye kapılarını daha da açtı. 2015’te Ukrayna’nın doğusunda patlak veren savaş sırasında Donbas bölgesindeki Ahıska Türkleri yoğun ateş altında kalınca, Türkiye devreye girerek yüzlerce aileyi güvenle tahliye etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla 2015 ve sonrasında 700’e yakın Ahıskalı aile Türkiye’ye getirilerek Erzincan’ın Üzümlü ve Bitlis’in Ahlat ilçelerine yerleştirildi. Bu insanlar Türkiye’de ev sahibi yapıldı, çocukları Türk okullarına devam etme imkânı buldu. Ayrıca 2017’de alınan bir kararla Türkiye’deki Ahıska Türklerine uzun dönem ikamet izni sağlandı; bugüne dek yaklaşık 70 bin Ahıskalı Türk, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edildi. Türkiye, diplomatik alanda da Ahıska Türklerinin sesi oldu. Gürcistan’ın Avrupa Konseyi üyeliği sürecinde Ankara, Ahıska Türklerinin dönüş hakkı konusunda baskı yapılmasını destekledi. Nihayet Gürcistan, uluslararası baskılar sonucunda 2007’de Ahıska Türklerinin ülkeye yerleşmesine kısmen izin veren yasaları çıkardı. Bu sayede isteyen bazı aileler Gürcistan vatandaşlığı alarak geri dönme sürecine başladı. Ancak bu dönüş pek kolay olmadı; dönen az sayıdaki aile de genelde Ahıska bölgesine değil, Gürcistan’ın farklı bölgelerine yerleştirildi ve bürokratik engellerle karşılaştı. Dünya Ahıska Türkleri Birliği (DATÜB) gibi sivil toplum kuruluşları uluslararası platformlarda mücadeleyi sürdürerek, sürgünle gaspedilen hakların iadesini talep etmeye devam ediyor. DATÜB Genel Başkanı Ziyatdin Kassanov’un belirttiği gibi, “Sürgüne uğrayan tüm toplumlar içinde sadece bize vatana dönüş izni verilmedi. Biz suç işlemediğimiz halde sürüldük… Gürcistan yöneticileri korkuyor, ama her platformda hakkımızı savunacağız”. Bu kararlılık sayesinde Ahıska meselesi uluslararası gündemde tutuluyor.

Ahıska Türklerinin Bugünü: Diaspora ve Kimlik Mücadelesi
Sürgünden bu yana geçen onlarca yıl içinde Ahıska Türkleri dünyanın farklı köşelerine dağılmış bir diaspora topluluğu haline geldi. Günümüzde Ahıska Türkü nüfusunun 500-600 bin dolayında olduğu tahmin ediliyor. Ana vatanları Ahıska (Gürcistan’ın Samtshe-Cavaheti bölgesi) olmasa da, torunlar dört bir yanda hayatlarını sürdürüyor. Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan, sürgünden sağ kalanların ilk yerleştiği topraklar oldu ve hala en kalabalık Ahıskalı nüfusu barındıran ülkeler arasında. Yıllar içinde bir kısmı buralardan ayrılarak Azerbaycan’a geçti; Sovyet sonrası dönemde özellikle Azerbaycan, Ahıskalıların dil ve kültür bakımından yakın bulduğu bir yer olarak ikinci vatan görevi gördü. 1989 sonrası kaos ortamında Rusya Federasyonu’na gidenler oldu – bazıları Krasnodar bölgesinde sıkıntılar yaşasa da ilerleyen yıllarda Rusya’nın farklı bölgelerine yerleşip vatandaşlık alabilenler çıktı. Ukrayna da 1990’larda Ahıskalı göçmenlere kapılarını açan ülkelerden biriydi; ancak 2014’teki savaş, oradaki topluluğu yeniden yerinden etti. Amerika Birleşik Devletleri, 2000’lerde Ahıska Türklerine kucak açan sürpriz bir uzak diyar oldu: Şimdi ABD’nin çeşitli eyaletlerinde on binlerce Ahıskalı yeni bir hayat kurmuş durumda. Ve tabii ki Türkiye, diasporanın hem kalben hem fiilen merkezinde yer alıyor. Bugün İstanbul, Bursa, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde ve Erzincan, Kayseri, Şanlıurfa gibi Anadolu kentlerinde on binlerce Ahıska kökenli vatandaş yaşamaktadır. Birçoğu eğitimden iş hayatına toplumla bütünleşirken, kendi kültürlerini yaşatmak için de dernekler çatısı altında bir araya geliyorlar.

Kimlik ve Aidiyet: Ahıska Türkleri, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, kendilerini iki temel kimliğin taşıyıcısı olarak görüyor: Bir yanda Türk olmanın bilinci ve Osmanlı’dan miras kalan kültürel değerler, diğer yanda atalarının toprağı Ahıska’ya duyulan derin bağlılık. Sürgün sonrası doğan nesiller, Sovyet coğrafyasında farklı diller ve kültürler arasında büyümüş olsalar da aile içinde Türkçe’yi (Ahıska lehçesini) ve İslam inancını korudular. Bu sayede diaspora toplumu benliğini yitirmedi. Ancak vatansızlık hissi de kolay silinmiyor: Yaşlı Ahıskalılar hala memleketlerinin toprağından bir avuç getirip yanlarında saklıyor, gençler ise dedelerinin masallarında dinledikleri Ahıska’yı gidip görme hayali kuruyor. Son yıllarda düzenlenen kültürel gezilerle bazı Ahıska Türkü gruplarının Gürcistan’daki ata yurtlarını ziyaret etmesi mümkün oldu. Bu ziyaretlerde eski köylerinin harabelerini gören insanların gözyaşlarını tutamadığı, 70 yıl önce ayrıldıkları tren istasyonunun bomboş raylarına oturup dua ettikleri anlar belgesellere yansıdı. O topraklarda bugün büyük ölçüde başka halklar (Stalin’in yerleştirdiği Ermeni kökenli Gürcüler vb.) yaşadığı için geri dönüş fikri pratikte zorluklarla dolu olsa da, Ahıska Türkleri “vatan” kavramını yüreklerinde yaşatmaya devam ediyorlar. Bir yandan bulundukları ülkelerin vatandaşları olarak yeni vatanlarına sahip çıkarken, diğer yandan da 1944’te haksız yere sürüldükleri ata toprağının hatırasını canlı tutuyorlar.
Ahıska Türklerinin sürgün hikâyesi, insanlık tarihinin acı dolu sayfalarından biri olarak hafızalara kazınmıştır. 1944’te bir gecede yurtlarından koparılan bu insanlar, on yıllar boyu süren bitmeyen bir gurbet yaşadılar. Ancak hikâyeleri sadece acıdan ibaret değil: Aynı zamanda dayanışmanın, inancın ve umudun da hikâyesi. Bugün dünyanın dört bir yanına dağılmış Ahıska Türkleri, kültürlerini ve anılarını yaşatarak varlıklarını sürdürüyor. Sürgünün 81. yılında, bu büyük trajedide hayatını kaybedenleri saygıyla anarken; hayatta kalanların ve nesillerinin verdikleri hayata tutunma mücadelesi hepimize tarihten dersler veriyor. Bu belgesel hikâye, genç kuşaklara geçmişte yaşananları unutmamaları için bir çağrı niteliğinde. Çünkü Ahıska Türklerinin dramı, adalet ve insanlık onuru adına hala duyulmayı ve anlaşılmayı bekliyor.
Kaynaklar: Bu araştırma haberinde sunulan bilgiler, Anadolu Ajansı ve çeşitli tarihsel kaynakların derlediği belgelere dayanmaktadır. Belgeler arasında sürgün tanıklarının ifadeleri, uluslararası kuruluşların raporları ve akademik çalışmalar bulunmaktadır. Bu sayfalarda belirtilen her bir bilgi, ilgili kaynak numarasıyla desteklenmiştir. Ahıska Türklerinin sürgününe dair daha fazla ayrıntı ve tanıklık için aşağıdaki kaynaklara göz atılabilir:
- AA – Anadolu Ajansı arşivleri ve haberleri vb.
- Tanık röportajları (İHA, AA) – Bergüzel Hasan ve diğer sürgün tanıklarının ifadeleri.
- Tarih araştırmaları – SSCB döneminde zorunlu göç politikaları üzerine akademik yayınlar ve Wikipedia bilgileri.

